Balataların üzerine yazı yazan bir makine vardı. Bir nevi inkjet printer ama sanayi tipi, iri bir buzdolabından büyük.
İçerisinde elektroniği var, hidroliği var, mekaniği var, haliyle elektriği de var.
Çok da pahalı bir makine yıl 1996.
Gençtim. Patron bakımı için bana emanet etti.
Bir çok problem çıkartıyor ama her defasında çözüp, çalışır duruma getiriyorum çünkü bütün balatalar altından geçiyor markalama için. Olmazsa olmaz bir makine.
Bir yıl kadar sonra bu makinenin teknik servis sorumlusu geldi Alman.
Makine çalışıyor ama adam bakım yapacağım dedi. Eee parası peşin ödendi, adam da bir şeyler yapmak zorunda.
Bir de benim yaşımda makine mühendisi arkadaşım var yanımda. Makinenin orasını söküyor, burasını söküyor biz de yanında duruyoruz.
Bir şeye ihtiyacı olursa getirelim diye.
Her neyse baktım orasını burasını pervasızca söküyor. Kablo ucunda DB21 soket var. 21 tane iğneli. Uçlarını kablo renklerine göre yazmaya başladım.
Tam bitirirken Alman elimden çekti aldı, “I am specialist” diyerek. Pervasızca söktü çıkarttı. İngilizce konuşuyor ama Specialist’i Almanca söylüyor 🙂
Ben de kağıda yazdığım kadarını önlüğümün yaka cebine koydum.
Eee adam uzman, benim gibi önce yazıp sonra pahalı makine diye nezaketle davranacak değil ya.
Öyle yaptı, böyle yaptı. Sonra sıra geldi montajını yapmaya.
Montajı yaptı ama bitiremedi.
Uçlara sıra geldiğinde bir türlü denk getiremiyor.
Kendi elindeki manual’e bakıyor ama herhalde doğru manual’i getirememiş ki, denk gelmiyor.
Kağıdı istedi benden tabi ki vermedim 🙂 Kaba hareketi nedeniyle.
O zamanlar euro filan yok ama mark da olsa adamın bir günde aldığı ücret benim bir aylığım. Gencim ya, bunun da etkisi vardır elbet.
“You were specialist” dedim.
Kağıt önlüğün cebinde ya, atak yapıyor almaya ama bizde de Türk kanı var. Atakları savuşturuyorum.
Gidiyor makineyi tekmeliyor filan. Arkadaş “ya inat etme, verelim şu kağıdı” diyor. Ona da kızıyorum.
O da alamıyor ama baktım. Şirket yetkilisi de olsa makineyi tekmeliyor sinirinden. O gidecek makine yine bana kalacak mecburen verdim kağıdımı.
Sonra montaj bitti.
Soruyorum nerelisin diye, Israrla “Almanım” diyor. Ben tekrar tekrar soruyorum baban filan Türk olmasın diye. “No” diyor, “Nein” diyor kabul etmiyor.
Sözün özü; sistemli olmak Almanlara, sistemsiz olmak kaosla boğuşmak Türklere hastır. Ama her zaman sistem kazanır.
Ben burada tam tersini yaşamıştım.
Yazıyı mizah gibi düşünebilirsiniz ama hiç bir katkı olmadan olduğu gibi yazdım.