Acemi bir mühendis olarak işe girdim.
Makinedir, üretimdir seviyorum. Zaten mesleğim de bu.
Kendime ait bir odam var, bilgisayarım var (O yıllarda büyük lüks bu, özellikle de acemi bir mühendis için)
Yukarıda -ofisimde- bilgisayarla güzel şeyler yapıyorum şirket adına ve müdürüm olsun, patronum olsun gayet memnunlar ama asıl aşağıda imalatta güzel bir şeyler yapmak istiyorum.
İşçilerle, ustalarla iyi bir diyalog içerisine girdim.
İşin ameli kısmını en iyi onlar biliyor. Hatta bazı kaliteden ödün veren, maliyeti arttıran kestirmeleri, engellemek için ne yapılması gerektiğini sadece onlar biliyor. O yıllarda iş kazası iş kazasıydı yalnız. İSG vs. yoktu.
Zaman zaman iş kazasına neden olan bir makinayla fazla ilgilenmeye başladım. O zamanki aklımla, bugün bariz olan şeyleri yapmak istiyorum ve makinanın işçiye zarar vermesini engellemek için, işçinin elini makinanın hareketli yerlerine sokmadan ürün besleme yapmak için kağıt üzerinde taslaklar oluşturuyorum. İşçilerin hareketlerini kağıt üzerine not alıyorum, soruyorum, gülüyoruz vs.
Derken bir gün müdürüm “İşçilerle samimi olma” dedi.
Samimi olma derken yüz-göz olmayı değil basit iletişimi kastediyordu.
O zamanlar bana tuhaf gelmişti bu cümle, ama bugün bile bir çok işyerinde tuhaf karşılanmayı bırak, yönetim düsturu olarak kullanılan bir davranış şeklidir.
Müdürüm devam etti. “Suratın asık olsun, imalata indiğinde şöyle bir fırtına estir.”
Yani demek istediği, çalışanlara bağırıp çağırmak için sebep ara, insanlar senden korksun, yoksa iş yaptıramazsın.
Ben benimsemedim ama sonra çalıştığım bir çok işyerinde önemli konuma gelmiş profesyonellerde (!) gördüm bu davranışı.
Biz diyen kapsayıcı, dahil edici, yön verici değil,
biz ve onlar diyen korkutucu, tehdit edici yönetim tarzı.
Bugün de halen kısmen var.
Yok diyen beri gelsin 😁
It’s really a great and useful piece of information. I’m glad that you just shared this useful info with us. Please stay us informed like this. Thanks for sharing.