Yaşlı bir patronum vardı, pek telefonlara da bakmıyordu.
Santrala bakan arkadaş alışmış, patronu aradıklarında konuya veya arayana göre uygun bir kaç kişiden birine bağlıyordu.
Bana bağladığı telefonda bizim en fazla ciro yaptığımız müşterimizin satın alma müdürü, patronumu kendisini ziyaret etmeye çağırıyor.
Ama patronum pek bir yere gitmek istemeyen bir insan. Haklı da aslında çünkü kadrosunu oluşturmuş ve kadrosuna da güveniyor. Artı kadrosu da bu güveni sarsmıyor işleri iyi götürüyor.
İşler iyi gidiyor ama sorun çıkmıyor da değil. Her iş yerinde sorunlar olur.
Sorun yoksa en büyük sorundur aslında, çünkü bu var olan sorunun açığa çıkmadığını, hasır altı edildiğini gösterir.
Burada öyle bir şey yok. Bir sorun oldu mu herkes biliyor çünkü herkes bir şeyleri çözmeye hevesli.
Her neyse müşterinin satın alma müdürünün ısrarla patronu görmek istemesinin nedeni bir kalite problemi.
Sanıyor ki diğer görüştüğü arkadaşlar bazı şeyleri patrondan gizliyorlar. Bu nedenle patronla yüzyüze görüşmek istiyor.
Bulunduğu konum gereği de patronu ayağına çağırıyor.
Eee Murphy’nin de altın kuralı var “Altını olan kuralı koyar” diye.
Dolayısı ile burada altını olan müşteri ve kuralı o koyuyor.
Patrona haber verdim. Gitmek istemiyor.
“Sen git” diyor.
Ben tabi ki giderim, kaliteden sorumlu olan da benim aslında ama adam patronu görmek istiyor.
Neyse bir kaç defa patronun yanına gittim sonunda ikna ettim.
“Sen de gel” dedi
Israrla patronumu görüşmeye çağıran …. fabrikasının satın alma müdürünün odasına gittik.
Oturduk çay kahve vs. söylendi. Hoş beş faslı.
Aslında konuşacak fazla bir şeyleri de yok. Konu 1 dakika sürecek ama genel nezaket kuralları gereği bir de epey uzaktan geldiğimiz için bu görüşme 30 dakika kadar sürecek mecburen.
Neyse, sohbet esnasında satın alma müdürünün yanına kapıyı çalarak biri geldi. Elinde bir dosya var.
Ayaktaki adam diyor ki;
“Abi Mehmet Bey’den …. analizi istemişsiniz, bu bizim hiç bir işimize yaramayacak, geçen sene de yaptık ama kullanmadık.
Bu Mehmet Bey’in tam bir ayını alacak. Hem bir sürü de işi var.”
Satın alma müdürü, kıkırdayarak “Biliyorum bir işe yaramayacağını. Uğraşsın”.
Duyulmayacak gibi değil konuşmaları, hemen yanımızda oluyor zaten.
Patronla bir birimize baktık. Bir şey söylemedik elbette.
Neyse görüşme nedenine sıra geldi. Satın alma müdürü söz konusu problemden bahsetti. Patron konuyu iyi bildiğini, bu konuda çalışıldığını söyledi. Konu bitti ve biz ayrıldık.
Ayrıldık ama; aklımızda hala satın alma müdürü ile yanına gelen o arkadaşın yaptığı konuşma var.
Satın alma müdürünün gereksiz yere bir beyaz yakalıdan bir ay sürecek gereksiz bir analiz istemesi var.
Patrona düşüncesini öğrenmek için konuyu açtığımda, patron;
“Bu insanlar zamanında liyakatsiz olarak, birilerini satarak, birilerini ezerek, birilerine yağcılık yaparak bu konuma geldiler,
şimdi mevcut konumlarını altındaki kişileri ezerek devamlı baskı ve stres altında tutarak koruyorlar, ellerinde büyük şirket olmanın getirdiği bir güç de var, müşteriler de bir şey diyemiyorlar.” dedi ve devam etti.
“Yıllardır tanıyorum bu adamı. Ama zaman değişti. İşyerleri de artık daha akılcı yönetiliyor. Bu adam buradan çıkartılsa ve başka bir işyerine girmeye kalksa yeteneği olmadığı için zaten işe giremez ama girse de pek fazla tutmazlar” diye sonlandırdı.
Adam emekli oldu gitti.
Sanıyorum bundan sonra onu ananlar şirketin gelişmesine verdiği üstün katkıdan dolayı değil de yaptığı bu tarzda “terbiyesizlik” denilebilecek yönetim hatalarından dolayı anacaklardır.